Bir süredir, bu günün Türkiye ve
Ortadoğu’sunda en acil ve aşılması gereken sorunun Erdoğan’ın bulunduğu mevkii
terk etmesi; onun oradan uzaklaştırılması gerektiğine; bunun tüm diğer kör
düğüm olmuş sorunların çözümü için yakalanması gereken ana halka
olduğuna dair yazılar yazıyor ve buna ilişkin somut
öneriler yapıyoruz.
En somut önerimiz de şöyle
özetlenebilir:
Tamamen yurttaşların seyahat ve fikrini ifade
ve istediği gibi giyinme özgürlüğü
bağlamında en temel haklarına dayanarak; hukuken politik olmayan ama sosyolojik
olarak politik bir hareket öneriyoruz.
Yapılacak şey basittir diyoruz.
Başka hiç bir pankart, bayrak, şilt,
yazılı slogan vs. olmadan; hiçbir slogan atmadan, müzik çalmadan, bağırmadan, sessizce, sadece göğsümüze gerekirse sırtımıza #Erdoğanİstifa yazarak durmak,
yürümek, oturmak veya uzanmak.
Bu kişiler tesadüfen aynı yerlerde
bulunabilirler. Bunu kimse bilemez ve engelleyemez. Bu toplantı ve gösteriye
girmez.
Durduğumuzda durma denirse, orada
diyelim ki beş on metre içinde yürürüz bir ileri bir geri veya 8 çizerek veya
yuvarlak çizerek. Yürüme derlerse dururuz. Durma derlerse otururuz. Oturma
darlarsa yatarız. Yazma derlerse yürürüz. Bütün bunlar yurttaşların hakkıdır.
Ve bu hakların kullanımına her
müdahale en temel yurttaşlık haklarının çiğnenmesi anlamına gelir. Suçtur.
Buna rağmen yasak ve müdahale olursu,
bunu videoyla, telefonla, tutanakla, avukatlarla tespit ettirip gereken hukuki
yollara başvurulur.
Böyle bir davranıştan dolayı kimse
tutuklanamaz. Çünkü suç olarak tanımlanmamış bir eylem olmadan suç olmaz.
İnsanların fikrini göğsüne yazıp, kimseyi rahatsız etmeden, bağırmadan, çağırmadan,
bir yerde durması veya yürümesi suç değildir.
Böyle bir hareket biçimi, milyonlarca
insanı birleştirebilir.
Şu an milyonlarca insan Erdoğan’ı temel sorun olarak görmektedir ve bunun için bir şeyler
yapmaya hazırdır.
Ancak bunun için küçük de olsa bir
maya ve herkesin katılabileceği bir biçim gerekmektedir.
Bugün genellikle küçük sol grupların
sloganlarla, pankartlarla direnişleri, polisin ve devletin zaten tanımadığı
yurttaşların gösteri ve yürüyüş hakkını çiğneyerek şiddet kullanıp dağıtmasına
yol açmakta; bu da geniş kitleleri fikrini ifade edemez; protestosunu dile
getiremez durumda bırakmaktadır. Bu da o direniş ve protestoların hareketlerin
güçsüz olmasına yol açmaktadır.
Bu fasit daireden çıkışın tek yolu
vardır.
Gösteri ve Toplantı yürüyüşü alanına
girmeden bütünüyle daha geri ve en sıradan hakların çerçevesinde hareket etmek ve burada
kalmasını sağlamak.
Ayrıştırıcı olmayan ve küçük
grupların rekabet ve olaya müdahalesini ve damgasını vurmasını engelleyen bir
biçim.
Yani İçerik ve biçim birbirini
bütünlemelidir. Ve önerilen biçimde bütünlemektedir.
Erdoğan’ın baş sorun olması yetmez.
Bunun geniş kitlelerce görülmesi
gerekir. Erken seçim zorlamasından ve çatışmaların başlamasından beri nüfusun
büyük çoğunluğu bunu görmüş bulunmaktadır. Bir zamanlar başkanlık seçiminde
Erdoğan’a oy verenlerin bile artık önemli bir bölümü onu artık bir sorun olarak
görmektedir.
Bunun sonuçları, örneğin bir türlü
yükselmeyen AK Parti ve tüm provokasyonlara ve iktidar olanaklarına rağmen
düşmeyen muhalefet oylarında; HDP’ye çetelerce saldırılara sonradan normal
halkın hemen hemen hiç katılmamasında; genellikle lümpen çeteleriyle sınırlı
kalmasında; cenazelerde ölenlerin yakınlarının Erdoğan ve iktidara
yönelttikleri eleştirilerde görülmektedir.
Sorun, yurttaşlardaki Erdoğan’ın
oradan gitmesi gerektiği düşüncesinin, arzusunun, kendini ifade edeceği bir
kanal, bir mecra bulamaması ve bunun ifadesinin nasıl olacağındadır.
Bunun için de tek yol vardır.
Tamamen yasalar çerçevesinde, hiçbir şekilde
şiddete başvurmadan; hatta gösteri ve toplantı yürüyüşü hakkı alanına bile
girmeden; tamamen seyahat, bir yerde durma, oturma, yürüme, istediğini giyme
veya fikrini yazılı olarak ifade etme hakları çerçevesinde kalarak; bu ifade edilirse
milyonlarca insan buna katılabilir.
Bu provokasyonlara, belli bir
partinin veya görüşün kendine mal etme çabalarına karşı da sessiz, slogansız,
pankartsız olmalıdır.
Herkesin göğsünde #Erdoğanİstifa yazdığında, kimin hangi
partiden veya görüşten olduğunun hiç bir önemi yoktur ve bu fark orada anlaşılmaz.
Böylece herkes, tüm farklılıkları içinde aynı ortak noktada birleşmiş olur.
Bu hareket bir de barışı temsil eden,
kâğıttan turna kuşları yapabilir. İnsanlar dururken veya önceden kâğıttan
yaptıkları turna kuşlarını çocuklara verebilir.
Herkes 100 turna kuşu yapıp
dağıttığında, dilek gerçekleşir.
Kısaca ve özetle böyle
*
Böyle bir hareketi, gerekliliğini,
nedenlerini vs anlattığımızda genellikle çok büyük bir kabul görüyor, coşkunlukla
karşılanıyor. Ama bazılarının da olumlasa bile öneriyi tam anlamadığını
gösteren eklemeleri oluyor. Tabii bazen da bazı itirazlar yapılıyor.
Bu nedenle, şimdiye kadar yapılmış
ve/veya yapılması muhtemel itirazlara bir toplu cevap verelim ve yanlış
anlamaları giderelim. Bir tür “Sık Sorulan Sorular” gibi bir “kullanım
talimatı” denemesi aşağıdaki satırlar. İlerde elbet geliştirilebilir. El
birliğiyle.
*
Daha önce de “Hükümet İstifa”, “Erdoğan İstifa” gibi sloganlar vardı. Ne
oldu? Hiç bir şey olmadı. Bunun onlardan farkı ne? Hiç bir özelliği yok. O
zamanlar bu sloganlara karşı çıkanlar şimdi neden böyle diyor?
Evet, özellikle Gezi sürecinde
Erdoğan veya AK Parti istifa sloganları atılmıştı.
Ancak o zamanlar bu sloganın ya da
hedefin, insanları birleştirici bir işlevi
yoktu; aksine hareketi bölücü bir işlevi ve anlamı vardı.
O zamanlar bu slogan, genellikle
ulusalcı çevreler tarafından atılıyordu. Bazen da CHP’liler atıyordu. Bu onların
kendi politik hedefleri için, Gezi hareketini bu hesapların yörüngesine çekme
girişimlerinin bir aracıydı.
Gezi’yi yaratan AK Partiye ya da
Erdoğan’a muhalefet değildi. En temel yurttaşlık haklarına bir saldırıydı;
polisin keyfiliğine bir tepki ve protestoydu. Daha derine inen bir kitle
hareketi vardı. Bu daha derine inen hareketi, bir partiler mücadelesinin aracı
yapmaya yarardı o zamanlar bu slogan.
Bu nedenle Gezi tarafından
benimsenmedi ve en geniş kesimlerin bile direnciyle karşılaştı.
Öte yandan o zamanlar hem Erdoğan
başkan olmuş ve bugünkü gibi bir sivil darbe yapmış değildi; hem hala barış
süreci sürüyordu; hatta yeni ilan edilmişti ve Erdoğan o zamanlar bu sürecin başlatıcısı
olarak görülüyordu.
Örneğin “barış süreci” denen
ateşkesin, aslında Erdoğan’ın kendi amaçları bakımından taktik bir hamle
olduğunu sık sık yazılarımızda yazdığımızda, bu yazdıklarımız hiç yankı
bulmuyordu.
Bunun yanı sıra, o sırada kitle hareketi
zaten vardı. Sorun o hareketin daha geniş ve kapsayıcı olmasıydı. Daha radikal
ve demokratik taleplere yönelmesiydi.
Bu o zaman bizim önerdiklerimiz
somutunda daha kolay görülebilir.
Biz o zamanlar, yani Gezi sırasında, örneğin,
Türk bayrağına ve Kürt bayrağına karşı, beyaz bir bayrak öneriyorduk Gezi
hareketine. Türklük veya Kürtlükle tanımlanmayacak; hepsinin eşit olacağı bir
demokratik cumhuriyet hedefinin sembolü olarak. Radikal bir programa ulaşamayan
Gezi’ye sembollerle bunu somutlanmaya çalışıyorduk.
Aslında tıpkı bugünkü mantıkla davranıyorduk.
Yani “dinin, milliyetin senin özel sorunun olsun;
bunları kişilerin özel sorunu olarak gören; hiçbir dile, dine, cinse, kültüre,
siyasete gönderme yapmayan bir beyaz bayrak Gezi’nin bayrağı olsun”
diyorduk.
Yani hareketi hem birleştirecek; hem
de ileriye götürecek, daha tutarlı ve radikal bir demokrasiye götürecek bir
öneri yapmış oluyorduk.
Sadece bunu da önermiyorduk. Bu
program veya hedefin yanı sıra, Gezi’nin aynı zamanda gerçekten demokratik alternatif
devletin tohumu olabilmesi için, tüm ülke çapında örgütlenmesinin önemini
vurguluyor; bunun oylama ve karar mekanizmalarının kurulması için somut
öneriler yapıyorduk (Bilgisayardan yararlanma, herkesin herkese yatay ulaşma
olanakları; örgütlenme ve bürokratikleşme korkusuna karşı oydaşma teknikleri
vs.)
Özetle, gerçeklik somuttur. Bugün
örneğin, Gezi’de önerdiklerimizi önermiyoruz. Yanlış değildirler. Hala da
geçerlidirler. Ama bugün ortada bir hareket yoktur. Onların bugün pratik ve
politik bir anlamı olmaz, aşılması gereken bir sorun karşısında birleştirici
olmaz.
Ama Gezi’de Beyaz bayrak nasıl
birleştirici idiyse, bugün de #Erdoğanİstifa
aynı birleştiriciliğe ve ileriye götürücülüğe sahiptir.
*
Erdoğan’ın
İstifası’nı istemek yanlıştır. Erdoğan İstifa etse hiçbir şey değişmez. Esas
mesele “(…)”dir. (Bu noktada itiraz edenin siyasi görüşüne veya meşrebine göre
“esas mesele” olarak saydığı değişmektedir: “Kürt Sorunu”dur”, “barış”tır;
“kapitalizm”dir, “emperyalizm”dir, “AK Parti”dir; “kemalist ideoloji”dir,
“İslam”dır vs. vs..)
Bu itirazın temel yanlışı şöyle
tanımlanabilir: Sosyolojik olarak temel nedenler ile politik olarak
aşılması gereken acil sorunlar veya yakalanması gereken halkalar arasındaki farkı
görmemek; politik mücadeleyi sosyolojik kavramlarla
veya açıklamalarla yürütmeye çalışmak.
Bu sorun, siyasi mücadele yöntemleri
bakımından da şöyle de ifade edilebilir: Propaganda sloganlarıyla
(veya bilinçlendirme açıklamalarıyla, İslam’da “Tebliğ”); acil ve
birleştirici ve harekete geçirici politik sloganlar arasındaki farkı görmemek.
Daha da acil bir hedef noktasını bir
örnek olarak ele alarak bu itiraza bir cevap verelim.
Bu günün Türkiye’sinde en önemli, en
can alıcı sorun örneğin barıştır; hatta barış bile değil; ateşkestir; öncelikle
ölümlere son vermektir.
Ama “barış” ya da “ateşkes” talebi
yükseltilerek bunlara ulaşılamaz. Çünkü Barış’ın ya da “Ateşkes”in önündeki en büyük
engel Erdoğan’dır. Ama Erdoğan gittiği an Barış veya Ateşkes kesin gibidir.
Ya da bugünün Ortadoğu’sunda, en
önemli sorun, IŞİD’in yok edilmesidir.
Ama onun önündeki en önemli engel,
Suruç’tan sonra bile, hala IŞİD’e doğru dürüst savaş açmayan ve Suruç
katliamını Kandil’i bombalamak için kullanan Erdoğan’dır. (Kaldı ki, Suruç’u IŞİD’in yaptığı da şüphelidir. Her
şeyi üstlenen IŞİD, bu eylemi üstlenmemiştir ve Erdoğan, bu bombalamayı bahane
ederek, IŞİD’i değil de Kandil’i bombalamaya başlayıp, ateşkesi bitirmiştir.)
*
Bir problemler yumağını bir iplik
yumağına benzetirsek, yumağı açmak için, sosyolojik analizde
en içteki ucu bulmak gerekir ama politik mücadelede,
en dıştaki ucu bulmak gerekir. Bir yumak ya da tarihin düğümü, en içteki
ucundan değil; o problemler yumağının oluşmasına yol açan temel nedenden değil;
en dıştaki ucundan tutup öyle açmaya başlamak gerekir.
(Bu nedenle örneğin Marks ve Engels,
kendi öğretilerine “bilim” derken, Politika ve Savaş’a “sanat” derler. Onun gerektirdiği esnekliğin
ve yaratıcılığın önemini vurgulamak için. Marks Engels örneğin, kendi
zamanlarında Çarlık Rusya’sını Avrupa gericiliğinin ve karşı devriminin öz gücü
olarak gördüklerinden, tüm politikalarını onun yenilmesi veya zayıflatılmasına
yöneltiyorlardı. Çarlık Rusya’sına karşı savaşan Osmanlı’ya “Cesur Türkler”
bile demekten çekinmiyorlardı. Yoksa Osmanlı’nın nasıl bir şark despotluğu
olduğunu herkesten iyi biliyorlardı.)
Sosyolojik düzeyde nedenleri tespit
etmek elbette bir program veya stratejiyi belirlerken en önemli noktadır. (Kaldı
ki yukarıdaki “sosyolojik” yani “temel neden” denebilecek nedenleri sıralayanların bu
bahiste de yanlışları saymakla bitmez. Ama konuyu dağıtmamak için geçelim.) Ama
politik mücadele, burada kalamaz. Bu temel üzerinde yükselen sorunlar
zincirinin en acil politik sonuçlarından hareket etmek gerekir.
Şu an Türkiye’deki muhalefetin en
büyük yanlışı, en can alıcı noktayı doğru tespit edememesindedir.
Erdoğan’ın oradan uzaklaştırılması,
yani istifası (veya başka bir yere kaçması. Çünkü istifasını zorlayacak
koşullar olduğu an, muhtemelen mahkemeye çıkmamak için kaçacaktır.) en önemli
sorun iken ve derhal zincirin bu halkasını çekmek gerekirken; muhalefet, başka
sorunlarla uğraşıyor. Örneğin kimi “Demokratik Özerklik” ilanlarıyla; kimi “Barış”
kampanyalarıyla; büyük bir bölümü de seçimlerde alınacak oyla uğraşıyor.
Bunlarla elbet uğraşılabilir. Ama bunların hiç birisi, yakalanacak ana halkayı
oluşturmaz.
Burada, Erdoğan’ın özgül durumunu ve
yaptığının ne olduğunu kavrayamama; kavramış olsa bile mantık sonuçlarına
ulaşamama bulunmaktadır.
Erdoğan için başkanlık
sistemi veya mahkeme arasında bir üçüncü yol bulunmamaktadır. Fiili
başkanlığı terk ettiği an, mahkemeye çıkmayla sonuçlanacak bir sürecin
başlaması kaçınılmazdır.
Somutlayalım.
Örneğin Erken Seçim mi bugün can
alıcı sorun?
Erken Seçim’den EK Parti çoğunluğu
çıkarsa, o zaman varacağınız yer, şimdi bizim önerdiğiniz #Erdoğanİstifa
noktasına gelmekten başka bir şey olamaz. Tabii arada nice güçler harcanmış;
zamanlar ve mevziler yitirilmiş olarak. Belki o zaman artık böyle bir hareketin
koşulları bile olanaksız olacaktır.
Erken Seçim’den diyelim ki, tek
başına AK Parti iktidarı çıkmadı.
Sanılıyor mu ki, Erdoğan kuzu kuzu bulunduğu
mevzii terk edecektir.
Etmez, etmeyecektir. Geri adım attığı
an, gücü azalır. Gücünün azalması, kendisinden uzaklaşmalara ve muhaliflerinin
seslerini daha güçlü çıkarmalarına ve daha sert muhalefet yapmalarına yol açar;
bu da yeni güç azalmalarını tetikler ve bu süreç sonunda mahkemeye çıkmasına
kadar gider. Cumhurbaşkanlığı mahkemeye çıkmamak için, Erdoğan’ın son tutamağıdır.
Elinin altında bu devasa aygıt ve bunun sağladığı maddi olanaklar olmadan
Erdoğan bir hiçtir.
Varılacak yer yine şimdi bizim
önerdiğimizdir: #Erdoğanİstifa
Kaldı ki, Erdoğan orada olduğu sürece
adil bir seçim mümkün değildir. Daha dün “yerli milletvekilleri” istedi. Yani
açıkça HDP’ye karşı tavır aldığını belirtti. Bu kişinin elindeki olanakları,
karşı olduğuna karşı kullanmasını engelleyecek hiçbir mekanizma da
bulunmamaktadır. Ve bizzat bu ifadesi, yetkilerini bu partiye (HDP’ye) karşı kullandığının
ve fiilen anayasayı çiğnediğinin somut bir örneği ve kanıtıdır. (Çünkü
Cumhurbaşkanı, kişisel eğilimi ne olursa olsun, Cumhurbaşkanı olarak, herhangi
bir partiye karşı açık tavır alamaz ve bunu belirtemez. En azıdan biçimsel
olarak hala yürürlükte olan Anayasa’ya göre böyledir veya böyle olması gerekir.)
O halde, sağlıklı bir erken seçim
için veya Seçimlerden çıkacak sonucun fiilen politik dengeleri belirleyebilmesi
için bile, Erdoğan’ın oradan uzaklaştırılmasını acilen talep etmek
gerekmektedir: #Erdoğanİstifa
Ancak böyle bir talep ve bunun
etrafında birleşmiş bir hareket Erdoğan’ın hareket alanını daraltıp; istifasını
sağlayacak güce ve yaygınlığa ulaşamasa bile, seçimlerin en azından daha eşitçe
bir yarış içinde yapılmasını sağlayabilir.
Yani seçim emniyeti, eşitlik ve
açıklık için bile teknik olarak yapılanların (sandık kurulları, gözlemcilik
vs.) yanı sıra Erdoğan’ın İstifasına yönelik bir talep ve politik hareket
gerekir.
Bütün muhalefet partileri bunu anlayamamaktadırlar. Böylece çok değerli zaman kaybına yol açmakta; sahte hayaller yaymakta ve kendi hareket alanlarını daraltmaktadırlar.
Bütün muhalefet partileri bunu anlayamamaktadırlar. Böylece çok değerli zaman kaybına yol açmakta; sahte hayaller yaymakta ve kendi hareket alanlarını daraltmaktadırlar.
Erdoğan başarırsa bunu kendi
yetenekleriyle ve güçlü bir halk desteği olduğu için değil, muhalefetin
yeteneksizliğiyle ve desteği boşa harcamasıyla başaracaktır.
*
Erdoğan’ın
İstifası doğru ama seçimlere kadar bunu öne sürmenin ve yükseltmenin bir anlamı
yok. Kimse ilgi göstermez. Seçimlerden sonra bir daha şimdiye kadar olduğu gibi
davranamaz.
Bu itirazın bir kısmına zaten üstte
cevap verilmişti. Ama şimdi Seçimlere kadar bir şey olmayacağı, yapılmaması
gerektiği; yapılamayacağı gibi noktalara cevap verelim.
Sorunun en can alıcı yanlarından
biri, seçime odaklanmanın günün en acil görevini atlama anlamına geldiğini
görmemekte yatıyor. Burada da kavramsal olarak, burjuvazinin yaydığı, Politik
mücadele ile seçimleri ve parlamentoyu özdeşleştirme var. Politik mücadelenin;
demokratik politik mücadelecin alanlarından sadece biridir seçimler ve
parlamento.
Öte yandan, Seçim ve Sonuçları ile
Erdoğan’ın konumu arasında bir ilişki varmış gibi koyuluyor.
Seçim sonuçları ne olursa olsun, AK
Parti ile bir ortak hükümet gerekmektedir. Ya CHP ve AK Parti hükümeti; ya da
MHP ve AK Parti hükümeti.
AK parti ise bütünüyle Erdoğan
demektir. Tümüyle kendisinin atadığı elemanlardan oluşan bir meclis grubu ve
parti mekanizması.
Yani sonuç ne olursa olsun Erdoğan
devletin başında olmanın kendisine verdiği güçle, her şeye müdahale edecek
demektir. Şimdiye kadar yaşananlar yaşanacakların bir girizgâhıdır sadece.
Erdoğan’ı meclis seçmedi. Onun
istifasını da yine meclis dışındaki halkın oyu tayin eder. Bu oyun ille de bir
sandıkta oylama biçiminde yansıması gerekmez. Yurttaşlar, seçtiklerinin
değişmesi veya kendilerinin fikrinin değişmesi durumunda, aradaki makas
dayanılmayacak kadar açıksa, pek ala kendi eğilimlerini ifade etmeli ve
yansıtmalıdırlar. Bu hakları vardır ve bu demokrasinin en temel koşuludur.
Nüfusun yüzde altmışının göğsüne #Erdoğanİstifa
yazarak sessizce ve tamamen yurttaşlık hakları çerçevesinde reyini ifade ettiği
bir ülkede Erdoğan’ın bu başkanlık sistemini oturtması ve orada başkan olarak
kalması mümkün olamaz.
*
Kaldı ki, Erdoğan’ın “ya herro ya merro”; “ya devlet başa ya kuzgun
leşe” konumu iyi kavranırsa, onun, muhalefetin seçime böyle
odaklanmasından çıkarlı olduğu görülür.
Çünkü böylece o kaybedilen zamanda,
güçlerin örgütleyecek, kendine bağlı lümpen çeteleri pekiştirecektir. Karşı
tarafı bölmek için yeni manevralar yapacaktır. Seçimlerin sağlıklı olmasını
engelleyecektir.
Bütün bunları engellemek ve zaman
kaybetmemek için şimdiden bu hareketin yaratılması gerekmektedir: #Erdoğanİstifa
Böyle bir hareketin şimdiden ortaya
çıktığını; hızla büyüdüğünü ve seçimden önce büyüklüğü ile Erdoğan’ın
istifasını sağladığını var sayalım.
Bu hem seçimlerin daha eşit ve adil
bir ortamda olmasını sağlar; hem de seçimler sonucunda yeni bir Cumhurbaşkanı
olanağı yaratır. Ayrıca şimdiden böyle bir hareket, AK Parti içinde bile tam da
böyle sonuçlara yol açacağı için fiili bir destek de bulur. AK Parti içinde
durumdan rahatsız olanlar, ancak böyle bir hareketin varlığında başlarını
kaldırabilirler. Başlarını kaldırabilmek için böyle bir harekete ihtiyaçları
olduğundan bir noktadan sonra, hareket belli bir kritik kütleyi aştığında, ona
katılabilirler bile.
Özetle, seçimlere yönelerek bu acil
politik hedefi ikinci plana atmak, bizzat seçimlerin adilce olmasını tehlikeye
atmakla kalmaz; giderek bir AK Parti çoğunluğuna dayanarak başkanlığını
sürdürmesine olanak sağlar.
Başkanlık sürdüğünde ise yine tek yol
kalır: #Erdoğanİstifa
*
Evet, Erdoğan
istifa tamam ama ben kendi gerekçelerimi yazmak yazmak istiyorum. Ben diyelim
ki orada, Kürtlerle iyi savaşmıyor diye #Erdoğanİstifa diyenle,
bir ulusalcıyla bir arada bulunmak istemiyorum. Ben ideolojik mücadeleyi
boşlayamam. Troçki ne demiş? “Ayrı bayraklarla yürü
birlikte vur”. Ben bayrağımın bir ulusalcının bayrağına karışmasını
istemem.
Bir itiraz ki kendini çürütüyor.
Ve ayrı bayrak ve ideolojik
mücadeleyi, mekanik olarak anlayıp, bir eylemin özünü oluşturan biçime karşı
kullanmanın örneği.
Evet, ideolojik mücadele. Ama bu eylemin
özelliği, yılgın ve hareketsiz, dağınık bir muhalefeti en geniş çerçevede
birleştirmek; yani birlikte vur.
Ayrı bayrak veya ideolojik mücadele
kısmına gelince, bunu fiziksel olarak,
eylem yerine ayrı bayraklarla gelme (yani
ayrı gerekçeyi yazma) olarak algılama, bu ilkinin özünü bir biçim sorununa
indirgemek olur.
Çünkü burada birlikte vurmayı
engelleyen bir biçim olmaktadır, ideolojik mücadeleyi veya ayrı gerekçeyi
eylemin kendisine taşımak.
Elbet her insanın ya da yurttaşın
kendi gerekçelerini açıklama hakkı vardır ve veridir.
Ama bunu mekanik olarak algılayıp
veya yorumlayıp da, eylemin özünü yok etmenin aracı olarak kullanmak yanlıştır.
Bu ideolojik mücadele kısmını elbet
herkes, kahvede, yolda, internette, sosyal medyada yapabilir. Bunlara öncelik
veren, eyleme gelmez. Çünkü eylemin kendisi gerekçeler ve bayrakların eylem
esnasında bir kenara bırakılmasına dayanmaktadır.
Yolda yürürken sürekli ideolojik mücadele
mi yapılıyor? Otururken sürekli ayrı bayraklar mı taşınıyor? Bu eylemin özü,
tamamen bu düzeyi tutturmak, korumak ve sürdürmektir.
Eyleme gelene şunu demiş olmaktadır
biçimiyle: Elbette herkesin gerekçesi farklı olabilir ama bizler bu ortak
hedefi ifade etmek için buradayız.
Yani gerekçelerin eylem esnasında ifadesi,
bizzat eylemin özünü ve biçimini reddetmenin, onu engellemenin bir aracıdır bu
itirazda.
*
Evet, öneri
doğru ama Erdoğan bu harekete müsaade etmez. Polise emir vermiş, Erdoğan’ı
hedef alan hiçbir eyleme zerrece müsaade edilmeyecekmiş. Yapılacak iş Oya
Baydar’lar gibi oralara aydınların gitmesi, bunun Avrupa’da duyurulması ve
oradan baskıdır. (Bu aşağı yukarı bir HDP vekilinin de önerimize itirazıdır.)
Anlaşılmayan ve ayrımı yapılamayan
bir temel konu şudur.
Biz elbet bir politik
hareket ve eylem öneriyoruz. Ancak bu öneri hukuki veya kanuni
olarak, politik değildir. Yani toplantı ve
gösteri yürüyüşleri alanına; dolayısıyla vali ve polisin alanına girmez.
Eylemin bütün özelliği budur.
Türkiye’de toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkı, iktidarların ve idari amirlerin keyfine kaldığından fiilen
yoktur. Polisin görevi yurttaşların bu haklarını savunmak değil; devleti ve
iktidarı savunmak olduğundan bu hakkın kullanımı fiilen çok sınırlı olarak mevcuttu.
Ancak Erdoğan’ın başbakanlığında ve
şimdi de devlet başkanlığında bu sınırlı alan bile yok edilmiştir. En sıradan
bir hak olan basın toplantılarına bile gazla derhal, haber bile vermeden
müdahale edilmekte ve herkes dağıtılmaktadır. Bu dağıtmaların bir nedeni de
milleti korkutarak fikrini ifade edemez durumda bırakmaktır.
Ancak, günün herhangi bir saatinde İstiklal
Caddesi’ndeki kalabalık ve insan yoğunluğu; Kadıköy’deki kalabalık veya insan yoğunluğu,
büyük bir mitingdekinden daha fazla olmasına rağmen hukuken politik değildir ve
toplantı ve gösteri yürüyüşü alanına girmez.
Bir an için İstiklal Caddesi veya
Kadıköy’de gezen, yürüyen insanların, bunu göğüslerine iliştirilmiş #Erdoğanİstifa yazılarıyla ve hiçbir
slogan atmadan, bayrak taşımadan yaptıklarını var sayalım. Bu toplantı ve
gösteri yürüyüşüne giremez. Bunu engellemenin bir tek yolu vardır. Yurttaşların
seyahat, herhangi bir yerde durma, bulunma, oturma, yürüme hakkını ve fikrini
ifade etme hakkını tanımamak ve kaldırmak.
Bu ise, baskıda başka bir düzeye
sıçramak anlamını kazanır. Burada yüzde yüz haksızdır ve artık kaçacak yeri
yoktur. Elbet polisin birilerini alıp götürmesi mümkün olabilir. Ama bu hiç bir
kanun maddesinin alanına girmez. Bir suç oluşturmaz. Serbest bırakmak
zorundadırlar. Ertesi gün, buna dayanarak yine aynı şeyi yapabilirsiniz.
Yani biz klasik, alışılmış bir
gösteri veya yürüyüş yapmıyoruz. Evet, politik olarak bir gösteri, bir hareket karşısındayızdır;
ama hukuki olarak orada bir gösteri ve hareket yoktur.
Bunun en ilginç bir örneği, Gezi’deki Duran Adam’dır. Orada en sıradan, herhangi bir yerde durma hakkı bir politik eyleme dönüştürülmüştür. O da sosyolojik olarak politik bir hareketti ama hukuki olarak gösteri ve toplantı kapsamına girmiyordu. Hukuk demek biçim demektir. Bir insanın bir yerde durma hakkı varsa, onu ne için yaptığı, başkasına zarar verme söz konusu olmadığı sürece, yasanın konusuna girmez.
Bunun en ilginç bir örneği, Gezi’deki Duran Adam’dır. Orada en sıradan, herhangi bir yerde durma hakkı bir politik eyleme dönüştürülmüştür. O da sosyolojik olarak politik bir hareketti ama hukuki olarak gösteri ve toplantı kapsamına girmiyordu. Hukuk demek biçim demektir. Bir insanın bir yerde durma hakkı varsa, onu ne için yaptığı, başkasına zarar verme söz konusu olmadığı sürece, yasanın konusuna girmez.
Önerilen hareketin slogansız ve
bayraksız olmasının, sessiz olmasının bir nedeni politik olarak en geniş
güçleri bir araya getirmekse, diğer nedeni de hukuki olarak gösteri ve toplantı
sınırlarının içine girmeyen bir hareket olmasıdır. Bu iki koşulun bir araya
gelmesiyle milyonların katılımı sağlanabilir.
Erdoğan en küçük bir araya gelişi ve
muhalefeti bastırmak için fiilen her basın toplantısına bile gazla saldırarak
milleti politik toplantı ve gösteri yapamaz mı kıldı.
O halde ceza da suçun cinsinden
olacaktır: madem öyle işte böyle. Erdoğan’a karşı muhalefet de gösteri ve
toplantı yürüyüşü alanına girmeden kendini ifade edecektir ve tam da bu sayede
en büyük bir araya gelişi sağlayacaktır.
Aslında bize ne yapmamız gerektiğini
gösteren bizzat Erdoğan’dır. Politik olarak gösteri yapmayın, slogan atmayın,
basın toplantısı yapmayın diyor fiilen.
Tamam, biz de öyle yapıyoruz.
*
Erdoğan’ın
polisleri bir şey demeyebilir ama bu sefer Osmanlı Ocakları gibi çetelerini
üzerlerine salar.
Evet, teorik olarak bunu yapabilir.
Ama bunun politik sonuçlarını da göz önüne almak zorundadır.
Kürtlere karşı Özel Savaş Dairesi’nin
işsiz güçsüzlerden derlenmiş çetelerini örgütleyip salmak kolaydır.
Ama şehirli ve modern kesimlere karşı
bu tür davranışlar, bir takım sınırları aşmak anlamına gelir.
Birincisi, hukuki olarak, bu
vatandaşların en temel haklarına bir saldırıdır. Polisin görevi bu hakları
olsun savunmaktır. Eğer bunu yapmıyorsa, o da suçlu olur.
Dolayısıyla böyle girişimleri göze
almak gerekir. Çünkü bunu yapanlar ne olursa olsun hukuken suçlu duruma
düşerler. Kaldı ki böyle bir saldırı birden Erdoğan’ı tecrit de eder.
Sınıfsal ve politik olarak, hiç ses
çıkarmadan bağırmadan, bayrak veya pankart açmadan #Erdoğanİstifa
yazısını göğsüne asmış insanlara saldırmak; açıkça bir iç savaşı davet anlamına
gelir.
En devletçi ve demokrasiye uzak, ama
hukuk guguk devleti diyen kesimler bile bunun kendi varlıklarına da bir tehdit
anlamına geldiğin görürler ve seslerini çıkarmak zorunda kalırlar.
*
Bunu bizzat son yakıp yıkmalardan
sonra gördük.
Dikkat edilirse son Ankara ve
İstanbul bayrak mitinglerinde, saldırgan çeteler arka plana çekildi. Bu belli
çevrelerden, yani Devlet Partisinden, yani Askeri Bürokratik Oligarşinin bir Erdoğan’a
bir mesafe koymasıdır da aynı zamanda.
Devletin Suflörlerinden Serpil Çevikcan’ın
“Hakem düdük çaldı...” yazısı bunun bir
ifadesidir.
“Ankara dün
olağanüstü günlerinden birini yaşadı.
Türkiye Odalar
ve Borsalar Birliği (TOBB) başta olmak üzere 14 sivil toplum kuruluşunun
öncülük ettiği, kısa bir sürede 200’ü aşan örgütün katıldığı toplumsal bir
çıkışa tanık olduk.
Açılan derin bir
yaraya tepki gösterirken başka yaralar açmamak esas olmalı. (…)
Yürüyüşü görünmeyen bir elin
organize ettiği ve
“Kardeşliğe evet” sloganı konusunda HDP cenahından gösterilen tepki not
edilmekle birlikte dünkü buluşmayı gölgelemediğini gördük.
Başkentteki
yürüyüşün önemli özelliği, teröre karşı ilk kez bu ölçekte sivil bir ortak
tepki gösterilmesiydi.
Organizasyonu
gerçekleştiren 14 büyük demokratik kitle örgütünün yürüyüşte Türk bayrağı
dışında başkaca sembol taşınmaması ve belirlenen az sayıdaki slogan dışında
slogan atılmaması kararı amaca uygundu. (Dikkat edilsin, aslında o “görünmeyen el” bile ancak
farklı sloganları engelleyerek geniş bir katılım sağlayacağını biliyor.)
Bu özen
sayesindedir ki bir ucu Sıhhiye’de bir ucu eski Meclis’te olan dev kortejde
taşkınlık ve istismar girişimi olmadı. Sivil toplum kuruluşlarından
olması ve siyasetten arındırılmış bir katılımın gerçekleşmesi yürüyüşün
demokratik olgunluk içinde geçmesini sağlayan temel faktördü.”
“(…) Terörün bir siyaset aracı
olarak kullanılmasına gösterilen bu ortak tepki, silah
yerine demokratik araçların kullanılmasına destek (ABÇ) mesajı
da taşıyordu.”
Yani “devlet
partisi” veya “devlet aklı”
veya “görünmeyen bir el” Erdoğan’ın
yöntemleriyle arasına mesafe koymak gerektiğini görmüştür.
*
Evet, ama bu sol
örgütler slogan atmadan duramazlar. Eylem biraz başarı gösterse bütün Sol
örgütler hemen sloganları, flamalarıyla gelirler. Gezi’de de öyle olmadı mı?
Evet, bunu yapabilirler. Ama eyleme
karşı bir provokasyon yapmış olurlar.
Bizlerin onlara diyeceği şudur. Eğer
sesinizi çıkarmadan, bayraklarınız, flamalarınızı kapatarak, herkes gibi burada
durursanız durun, yoksa buradan gidin. Bizler gösteri yapmıyoruz. Kanunlara
saygılı yurttaşlarız. Bizim sessizce oturma, durma hakkımıza tecavüz etmeyiniz.
Gitmedikleri takdirde bir daha hiçbir
yere gidemeyeceklerini anlarlar.
Onlar gitmezse biz gideriz. Nasıl
olsa yürüyebiliriz, oturabiliriz. Tesadüfen bir aradayız. Ertesi gün yine
oradayız.
Eğer ertesi gün de gelirlerse,
başkasının kanını emen bir parazit olmaktan başka bir anlamları kalmaz.
*
Evet, kısaca bunları öneriyoruz. Bu
eylem, bütün eylemlerden farklı olarak, kendini gizlice hazırlayarak, aniden
ortaya çıkmayacak ve çıkamaz.
Kendisinin sınırlarını, biçimini,
amaçlarını, nasıl örgütleneceğini açık açık tüm kamuoyuyla paylaşacaktır ve
paylaşmalıdır; herkes bu tartışmaya katılmalıdır.
Bu eylemin olduğunda, kendisi gibi
hazırlığının da bir tek gücü vardır: Açıklık.
Her şeyin açıkça ortaya koyulması.
Tüm sorunların, korkuların, tereddütlerin, açıkça ortaya koyulup tartışılması.
Çünkü her şeyden önce insanların
kendi iradeleriyle, kabulleri üzerinden gerçekleşebilir.
Çünkü amacın
doğru tanımı ve doğru kavranması binlerce haberleşme mekanizmasından
daha mükemmel bir organizasyon, uyum ve koordinasyon sağlar.
Çünkü amacın iyi kavranması, hem
insanlara hiç karşılaşılması öngörülmemiş durumlarda amacı yaralamayan ona
hizmet eden yaratıcılık ve inisiyatif kullanma olanağı sağlar.
Çünkü amacın iyi kavranması, disiplin
ve ortaklık sağlar.
Bunlar ise başarının olmazsa
olmazlarıdır.
Tekrar edelim:
Bu eylemin gerçekleşmesi ve başarısı,
yurttaşların modern ve demokratik özlemleri olan insanlar olarak, sorumluluk
duyarak, en temel haklarını savunma ve korumayı göze almasına dayanmaktadır.
Bu olmadan hiçbir şey olmaz.
Bu olmadan hiçbir şey olmaz.
Eğer bu en temel haklarını savunmayı
göze bile alamıyorsa insanlar; hiçbir yasa maddesini çiğnemeden fikrini
açıklamayı göze alamıyorsalar, o zaman söylenecek bir tek söz vardır: “Her halk kimin tarafından yönetiliyorsa onun tarafından yönetilmeye
layıktır.”
*
Bu yöndeki çalışmalarımızı sürdürülüyor.
Çalışmalar esas olarak, bir e-mail
grubu aracılıyla yürütülüyor.
Burada açıklanan fikirler, bir bakıma
şimdiye kadarki çalışma ve tartışmaların özüdür.
Bu fikirlere katılanları ve
çalışmalarda yer almak isteyenleri e-mail grubumuza üye olmaya çağırıyoruz.
E-mail grubunun tanıtımında şunlar
söylenmektedir:
“Erdoğan İstifa e-Mail
Grubu, Erdoğan'ın istifasını talep eden yurttaş girişiminin haberleşmesi ve
çalışmalarını organizasyonu için kurulmuştur.
Grubun Tüm
çalışmaları açıktır. Grubun üyeleri tartışmalara ve karar oylamalarına
katılabilir. Kararlar en az reddedileni bulmaya yarayan oydaşma yöntemiyle
alınır.
Grupta sadece
sabotajlara karşı teknik moderasyon uygulanabilir. Hiç bir fikir engellenemez.
Eğer bunlara
katılıyor ve çalışmalara katılmak istiyorsanız:
Gruptaki
tartışma ve kararlar hakkında bilgi edinmek, dışarıdan izlemek veya gruba üye
olmak isterseniz de
https://groups.google.com/d/forum/erdogan-istifa Adresini
ziyaret edebilirsiniz”
Eğer yine de gruba üye olmayı başaramazsanız
erdogan.istifa.etmeli@gmail.com adresine
bir mail yazarak e-mail grubuna katılmak istediğinizi bildiriniz.
*
Şimdiye kadar ve bundan sonraki
çalışmalar hakkında #Erdoğanİstifa isimli blogtan
bilgi edinebilirsiniz. Adresi şöyledir:
*
Eğer Facebook üyesi iseniz, grubu ve sayfayı
ziyaret ederek, hem paylaşımları izleyebilir hem de paylaşımlar yapabilir yorumlarınızla
katılabilirsiniz.
Girişimin Facebook Grubu: https://www.facebook.com/groups/erdoganistifagrubu
Adresindedir. Gruba üye olup
paylaşımlar yapıp tartışabilir ve paylaşımlardan haberdar olabilirsiniz.
Facebook sayfası:
https://www.facebook.com/Erdoğan-İstifa-834753616639513
adresindedir. Ziyaret edip beğenirseniz. Paylaşımlardan otomatik olarak haberdar
olursunuz.
*
Twitter’de iseniz, şu adresteki
hesabı izleyebilirsiniz.
*
Üçüncü toplantı yarın. Yukarıda
açıklanan amaç ve yollarda anlaşan tüm yurttaşlar davetlidir.
#Erdoğanİstifa Yurttaşlar Hareketi üçüncü hazırlık toplantısı için
buluşulacak. Yer: SODİD'de 22 Eylül Salı günü 19.00'da buluşulacak. Tüm
yurttaşlar davetlidir. (Osmanağa Mah. Kırtasiyeci Sok. No:15, Kat: 2)
Demir Küçükaydın
21 Eylül 2015 Pazartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder